Süre tutum dilekçes...
 

Süre tutum dilekçesinin de bir temyiz dilekçesi olduğu, bu nedenle ayrıntılı temyiz nedenlerini içermese de temyiz dilekçesi olarak kabul edilmesi gerekir

1 Yazılar
1 Üyeler
0 Likes
189 Görüntüleme
hukuksalyardim
(@hukuksalyardim)
Illustrious Member Admin
Katılım: 4 yıl önce
Gönderiler: 2279
Konu başlatıcı  

Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümü’nün 2018/26121 başvurur numaralı ve 28.01.2021 karar tarihli Merge Polat kararında ise; “35. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı beyanında, süre tutum dilekçesinin de bir temyiz dilekçesi olduğunu, bu nedenle ayrıntılı temyiz nedenlerini içermese de temyiz dilekçesi olarak kabul edilmesi gerektiğini, ayrıca temyiz aşamasında açılan duruşmaya müdafiinin katılarak temyiz nedenlerini bildirdiğini, somut olayda kesin hukuka aykırılık halleri ile duruşmada bildirilen temyiz nedenleri yönlerinden temyiz incelemesi yapılması gerektiğini öne sürmüştür. (…)

Başvurucunun temyiz sebeplerini bildirmemesi nedeniyle temyiz isteminin reddine dair kararın 5271 sayılı Kanunun 298. maddesine dayandığı görülmektedir. Dolayısıyla, somut olayda başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır. (…)

51. Somut olayda, başvurucunun istinaf talebi esastan reddedilmiş ve anılan karar başvurucu müdafiine tebliğ edilmiştir. Başvurucu, ilk derece mahkemesi kararını süresinde temyiz etmiş, ancak temyiz dilekçesinde ayrıntılı dilekçesini sonra sunacağından bahisle temyiz sebeplerini açıkça göstermemiştir. (…)

54. Temyiz kanun yoluna başvuru için getirilen kurallar ilgili usul kanunlarında belirli ve öngörülebilir şekilde düzenlenmiştir. Temyize başvuru süresi ve ayrıntılı temyiz gerekçelerinin bildirilmesi için belirlenen ek süre açıkça belirtilmiştir. Gerekçeli kararın tebliğinden sonra başvurucuya detaylı bir dilekçe sunmasına imkan sağlandığı gözetildiğinde müdahalenin başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklemediği açıktır. Bu kuralların başvurucunun temyiz merciinde hakkındaki mahkumiyeti incelettirme bakımından mahkemeye erişim hakkını engellediği veya aşırı şekilde zorlaştırdığı da söylenemez. Bu noktada hakkında açılan davayı derece mahkemesinde ve sonrasında istinaf mahkemesinde takip eden başvurucudan beklenen, ilgili usul ve süre kuralları çerçevesinde temyiz başvurusunu yapmasıdır. Sonuç olarak, kamu yararı ile bireysel menfaat arasındaki denge gözetildiğinde müdahalenin orantılı olmadığı söylenemez.

55. 5271 sayılı Kanunun 294. maddesinde temyiz talebinde bulunanın hükmün bozulmasını niçin istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorunda olduğu açıkça ifade edilmiştir. Yine kanun koyucu, aynı Kanunun 295. maddesinde hak kayıplarının önüne geçebilmek amacıyla temyiz başvurusunda temyiz nedenlerini göstermeyenler için yeni bir imkan daha tanıyarak öngörülen süre ve prosedürde temyiz nedenlerini belirten ek bir dilekçe daha verip temyiz nedenlerinin belirtmesi noktasındaki noksanlığı giderme konusunda kişilere imkan tanımıştır (bkz. par.20, 21). (…)

57. Somut olayda İlk Derece Mahkemesinin kararı 06/06/2017 tarihinde, Bölge Adliye Mahkemesinin kararı ise 15/11/2017 tarihinde başvurucu müdafiine tebliğ edilmiştir. Dolayısıyla, başvurucunun hakkında verilen kararlardan ve gerekçelerinden haberdar olmadığı söylenemez. Hakkında verilen hükmün gerekçesi başvurucuya bildirilmiş, başvurucu da temyiz dilekçesinde temyiz nedenlerini açıklamadığı gibi kanunda belirtilen süre içinde ek bir dilekçe vermek suretiyle de temyiz nedenlerini bildirmemiştir.

58. Başvurucu, Yargıtay’da yapılan duruşma sırasında sözlü olarak temyiz sebeplerini ileri sürdüğünü başvuru formunda vurgulamıştır. Ancak istinaf incelemesine ilişkin karar; 15/11/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmesine rağmen, başvurucu ayrıntılı temyiz sebeplerini içermeyen bir dilekçe ile 20/11/2017 tarihinde kararı temyiz etmiştir. Yargıtay’da yapılan duruşmanın ise 28/05/2018 tarihinde gerçekleştiği nazara alındığında başvurucunun temyiz sebeplerini bu zaman zarfında dahi temyiz merciine iletmediği, ilk temyiz tarihinden uzunca bir süre sonra yapılan duruşmada ancak ileri sürdüğü dikkat çekicidir. Ayrıca başvurucu, başvuru formunda bu süreçte temyiz sebeplerini neden ileri süremediğine dair makul bir izahta bulunmamış ve gecikmeyi açıklayacak bir sebep de dile getirmemiştir.

59. Yukarıda belirtilen tespitler ışığında; başvurucunun hukukilik denetimi yapılan Yargıtay aşamasında temyiz sebeplerinin nelerden ibaret olduğunu temyiz dilekçesinde açıkça belirtmediği, kanunun imkan tanıdığı süre içinde ek dilekçe ile de temyiz sebeplerini belirtmediği açıktır. Anayasa Mahkemesi mahkemeye erişim hakkı kapsamında yaptığı değerlendirmelerde usule ilişkin uygulamanın kişinin mahkemeye erişim hakkını Anayasaya aykırı olarak kısıtlayıp kısıtlamadığının gözönüne alınacağını ve yargısal başvuruların birtakım usul kurallarına tabi kılınmasının tek başına mahkemeye erişim hakkını zedelemeyeceğini belirtmiştir. İlgili usul kurallarında da belirtilmesine karşın başvurucunun gerekçeli temyiz nedenlerini geçen süre zarfında Yargıtay’a sunmadığı görülmektedir. Yargıtay’ın bu koşullar altında başvurucunun temyiz istemini reddetmesinin mahkemeye erişim hakkını engelleyecek veya aşırı derecede zorlaştıracak ölçüde şekilci olduğu söylenemez. Bu itibarla, temyiz isteğinin reddine karar verilmesinin öngörülebilirlik sınırları içinde olduğu ve sözkonusu temyiz isteğinin reddedilmesinin başvurucuya aşırı bir külfet yüklemediği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla; başvurucunun mahkemeye erişim hakkının korunması ile kamunun yararı arasında olması gereken adil denge bozulmadığından ve mahkemeye erişim hakkına ölçüsüz bir müdahale olmadığından, mahkemeye erişim hakkına yönelik bir ihlal olmadığının açık olduğu sonucuna varılmıştır”.

Bu konu 3 yıl önce 2 defa tarafından hukuksalyardim tarihinde düzenlendi

   
Alıntı

Cevap yaz

Yazar Adı

Yazar E-postası

Başlık *

 
Ön İzleme 0 Düzeltmeler Kayıtlı
Paylaş: